Ana içeriğe atla

"HER ŞEYİN SESİNDEN YOKSUN KALABİLİRİM, AMA MÜZİKSİZ KALAMAM" GONCA VUSLATERİ RÖPORTAJI


Listen Before You Love yolculuğunun en yeni durağı "Alengirli İşler"in ilk konuğu, sevgili dostum, oyuncu Gonca Vuslateri oldu. "Alengirli İşler" de ne ola? diyenleri, şöyle alalım.

Gonca ile çok temiz, keyifli bir müzik sohbeti gerçekleştirdik. İstanbul'un yakın müzik tarihi de, ister istemez, bu güzel sohbetin bir parçası oldu.  Röportajın sonunda bir de Gonca'dan 5 şarkılık dinleme önerisi var. Okurken fonda çalsın isteyebilirsin.

Afiyet olsun!

Müzik hayatının ne kadar içinde?

Müzik hayatımın her yerinde..Çünkü oyuncu olmama rağmen şu ritmik bilgiyi biliyorum: Her şeyin sesinden yoksun kalabilirim ama müziksiz kalamam. Bu evrensel bir kural benim için. Ama tabi nerden geliyor hikayesi? Belki de ablamın müzisyen olması...Babamın astsubay olduğu dönemde, hafta sonu akşamları subaylar gazinoda toplanırlardı, babam çıkar bir klasik türk müziği söylerdi. Ablam da çok küçük yaşta belediye konservatuvarlarına gitti ve evde de devamlı ud çalan, şarkı söyleyen bir kız vardı. Dolayısıyla müzikle ilgili ilk yolculuğum, şarkıların bir "eser" olduğu bilinci tamamen ablamdan aldığım bir bilgi aslında. Ve büyüdükçe, kendi hayat koşullarıma, hayallerime, iç dünyama, hayal kırıklıklarıma, devamlı bir el uzattı müzik. Bu da benim aslında şimdi baktığım zaman, kendi dinlediğim müzik tutkumu oluşturdu. Oyuncu olduğum için aslında müzikle de resimle de birebir çalışıyorum. Yani mutlaka oynadığım rollerin bir müziği, hissettiğim ve oynadığım duyguların, çağların bir sesi var aklımda. Ve bu sesi bulmakla ilgili yolculuk ederken benim kendi durağım dediğim yer "blues" oldu mesela. Özellikle Dot tiyatrosunda oynarken bir araştırma esnasında, Mississippi John Hurt'le tanıştım, onun da bir hikayesi vardı oyunla alakalı. Sonra bu çok dikkatimi çekti ve üstüne gitmeye başladım. Çünkü orda kendimi çok iyi hissettim, blues'un bildiğimiz klasik hikayesi. Ve o hikayeden doğmuş hayatlara ilgi duydum. Şimdilerde yeni yeni caza ilgi duymaya başladım. Çok arşiv bir bilincim olmadı, aslında hep hayal ettiğim şey bir müziği dinlediğim zaman "evet,  bu adam şu yıllarda bunu çalıyor" diyebilmek, bunu bir hobi olarak yapabilirim müzisyen olmadığım için. Ama bu yolculuğun kendisi bende şunu yaratıyor: Hayatım boyunca, tamamen oyuncu olarak kendimi kodladığım bir motivasyondayım ama müzik, resim, oyunculuk tamamen eş zamanlı ve aynı ritmde gidiyorlar. Müziğin enteresan bir derinliği var, çünkü enstrümental bir şeyden bahsediyoruz. O enstrümanların da bir hikayesi var, bambaşka dünyaları var..Onların içinde yolculuk etmek çok keyifli. 

4 yıl önce Amerika seyahatimde, 3.5 ay kadar kaldığım süreçte, plak dünyasına girdim. San Francisco'da Rasputin'e gittim, oranın ünlü bir plakçı olduğunu biliyordum, oraya girdim ve sağlam bir alışveriş yaptım. Sonraki yurt dışı seyahatlerimde o kadar kendimi eğittiğim bir mesaim olmadı ama hala o plakların yönlendirmesi ile bir sürü yere uçabiliyorum. Bu da çok keyifli bir şey.

Özellikle müzik dinlemeyi tercih ettiğin bir zaman var mı?

Bir rol çalışırken asla müziksiz çalışamam. Müziksiz yazamam. Müzik olmadan kitap okumam. Tabii kitap okuma kısmı çok çetrefilli bir şey, mesela Didem Madak'la ilgili ilk okuduğum ve onu tanıdığım metin senin blogundaydı. Bu tarz yazarlar yani..Turgut Uyar, Cemal Süreya olabilir örneğin.. Onların da sessizlikle başka bir bağlantısı var. 

Ben mesela kitap okurken hiç müzik dinleyemem. Hemen bozulur konsantrasyonum. Baya sessizlik isterim.

Aslında onun müziği de insanın kendisi oluyor yani. Çünkü kendi okuduğun şeyi dinliyorsun o zaman. O da başka ritmik bir şey.

Az önce plaklardan bahsettin ama, senin için müzik dinlerken dijital platformlar mı yoksa plaklar mı iyi bir kaynak?

Bunun ikisini karşılaştıramam çünkü eğer dijital platform olmasaydı listeleri takip edemeyecektim, bu sitede insanlara tanıtmaya çalıştığın grupları bilmiyor olacaktım, çünkü gümbür gümbür gelen yeni isimler var.

Dijital platformla, manuel ortamı çok birbirinden ayırmak mümkün değil gibi artık. 

Galiba müziği nerde dinlediğinle de alakalı bir durum var..Evde plak tercih edilebilir belki ama sokakta zaten dijitale mecbursun.

Evet, şimdi plaklarda çok iyi sistemler kullanıyorlar. Pikap dediğin şey aslında küçücük bir müzik kutusunun bir evin içindeki dünyayı değiştirme hikayesi gibi gelir bana. Bu nedenle pikapta ben mesela dijital anlamda hiç canavarlaşmadım. "Şöyle bir şeyim olsun, harika bir teknolojisi olsun vs.." diye düşünenlerden değilim.  Plak dinliyorsam her zaman benim için duyabileceğim seste olmasını tercih ederim. Şimdi albümlerin plak olarak da çıkmasını çok destekliyorum, ama eski zamanların plaklarını dinlediğinde, bunu uygunsuz koşullar ya da "teknik anlamda" eksik bilgiler platformu olarak görmüyorum. Bence o yeterlilik düzeyinde eski plaklarda harika bir müzik var bu yüzden bugün tekrar dinlediğinde sende aynı etkiyi yaratabiliyorlar.

Şimdi plaklara benzer şekilde kasetlerden de muhteşem bir dönüş beklentisi var..Hiç kasetin var mı?

(Gonca bu noktada beni pikapının yanına götürerek aynı zaman da kaset girişinin de olduğunu gösteriyor)

Evet var.. Bu arada tünel tarafında plak satan dükkanlar kaset de satmaya başladılar. Bir kaç yıl önce bunu sahaflar yapıyordu. Çünkü kaset "eski" anlamına geliyordu. 90'larda kasetin fırladığı dönemde bütün müzik setleri plak çalarla birlikte verilirdi. Dolayısıyla biz kaseti plağın bir tarafı olarak gördük. Yani plak sonrası bir şey..İşte az yer kaplayan, daha pratik, daha hızlı, tuşla da idare edilebilen bir şey olarak gördük. Şimdi kaset 2017'de tekrar geliyor..

Bir plak gibi olur mu emin değilim ama yükselen bir dalga var evet..

Evet, onun aslında teknik hikayesini de dinlemek isterdim. Biz plaktan neden vazgeçemiyoruz? İlk oldukları için mi, sound'la alakalı bir şey mi vs..Sigara için, bırakamayan biri ağız alışkınlığı der ya hani, plak da bence biraz böyle..Ben mesela internette en çok Murat Abbas'ın paylaşımlarında görüyorum ve onda mesela inanılmaz bir arşiv var. Bunu görmek bile insanı çok heyecanlandırıyor. Bugün hangi plağı paylaştı diye takip ediyorum...Bende öyle bir arşiv yok tabii, toplasan 200 civarı plağım var ve kaset mi plak mı dersen hala plaktayım.

Tüketim alışkanlıkları ile ilgili de bir dönüşüm olabilir mi? Mesela plak ve hatta kasette de öyle, hemen bir sonraki şarkıya geçemiyorsun ya tek tuşla..Bir dinlemen lazım, A yüzü var B yüzü var..CD ve sonrası ile gelişen "şarkı atlatma" refleksi..

Pikap dediğin şeyde parçanın duyulması ile alakalı estetik bir endişe var. İğne hasar görebilir, plak çizilebilir vs. Dolayısıyla hep böyle estetik ve hassas bir yaklaşım olduğu için, sanmam ki plakta bir şey dinlerken "hop hadi bir sonraki şarkıya atlayalım, hadi bunu geç de aslında şu var" gibi bir şey densin. Kaset, bu edepsizliği biraz getirdi. Ama cd ve sonrası artık bambaşka bir noktaya taşıdı konuyu. Yani parçaları artık dinlemesen de sevdiğin bir tanesine atlama olayı. 

İlk aldığın kaseti hatırlıyor musun?

Benim aldığım kaset olarak pek hatırlamıyorum, Mustafa Sandal veya Nilüfer olabilir ama eve giren ilk kasetin Whitney Houston olduğunu biliyorum, ablamdan kaynaklı. 

Grup Vitamin'in kasetlerini aldığımı hatırlıyorum. Ajlan Mine ve Leman Sam çok dinlerdim kasetten. Bu kaset dönemlerinde bir de "radyodan kaydetme" vardı hatırlarsın. Annem hep sinirlenirdi, Sezen Aksu albümlerimin, Ahmet Kaya albümlerimin sakın üstüne bir şey kaydetmeyin diye..


Bir de kaset dükkanına gidip liste verip "karışık kaset" sipariş etme modası vardı. O yıllar sevdiğin kişiye hediye ederdin filan..

Kasetin arasına ses kaydedip şiir girme olayı vardı hatta.

İstanbul'da en sevdiğin müzik mekanı hangisi?

Hayal Kahvesi'nin Beyoğlu'ndaki ilk yeriydi..Ve Mojo.

Mojo'ya ilk kez 2004 senesinde gittim, o zaman Batu Abi'nin (Mutlugil) Amerika'dan getirdiği bir blues şarkıcısı vardı: Keisa Brown. Salı ya da perşembe günleri çalıyordu. Onu dinlemeye giderdik bütün konservatuvar tayfası. Bir de tabii "üçnoktabir" vardı. Efsane bir grup, muhteşem bir ekipti..Onları dinlemeye giderdik. Batu abi'nin performanslarını izlerdik. Batu abi beni 17 yaşımdan beri tanır, hem müzikal anlamda hem entelektüel anlamda beni çok besleyen biri olmuştur. 

Sonra Hayal'e kaymaya başladım ve ilk vurulduğum isim Cingi olmuştu. Selçuk Sami Cingi'yi o zaman tanımıyordum ama her hafta Cingi dinlemeye gidiyorduk. Tabii bir de Özge Fışkın var.

Hayal'den Jazz Stop'a geçerdik ve orada Yaşar Kurt çalardı mesela..O sokak muazzam bir anıydı benim için. Üstelik ordan da çıkılır, bazen sabaha karşı Kemancı'ya gidilirdi. Ve benim gibi 86 doğumlu olup Kemancı'nın en güzel zamanlarını kaçırmış, Yavuz Çetin'le tanışamamış olan çocuklarla, Zeki abinin (Ateş) sohbetlerine katılıp sabah 7-8'lere kadar Türkiye'de rock dersi dinlerdik. Sonra eve gider, 3-5 saat uyku ile okula geçerdik. 

İncirlik'ten Bursa'ya geldiğimizde ben hiç istememiştim İstanbul'a taşınmayı ama şimdi aileme teşekkür ediyorum çünkü harika bir kapı açtılar. Müzikal anlamda İstanbul gibi bir yerde olmanın tabii ki katkısı büyük. Geçenlerde Blue belgeselinde Batu abiyi izlerken o kadar duygulandım ki..Eskiden Batu abinin yanında sabaha kadar  Kerim Çaplı, Yavuz Çetin, Blue Blues Band'in hikayesi gibi bir sürü şey dinlerdik. Bunlar tabi anı anlamında bir değer olmaktan çok, Türkiye'de çok önemli işler başarmış insanların hikayeleriyle ilgili capcanlı bir belgesele tanık olma hikayesi benim için.. Bir taraftan işin bu süreç dedikodusunu dinlemeyi çok seven bir kızdım, hem de o dedikoduyla birlikte aslında böyle bir müzikal yolculuğa girip bunları araştırmaya beni teşvik eden hislerin hayranıydım. Dolayısıyla hep böyle insanların peşinden koştum. Attila Özdemiroğlu ile karşılaşmam da öyle oldu.


Peki son zamanlarda beğendiğin bir yer yok mu?

En sık Zorlu PSM'ye gidiyorum müzik dinlemek için. Nardis'i çok seviyorum. Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nde okurken Önder Focan hocaydı. Şimdi devam ediyor mu bilemiyorum, ablamın Önder Focan'ın öğrencisi olmakla evin içerisinde ne kadar heyecanlanıp gururlandığı; benim caz dinlemeye girişimin ilk vesilesidir. 

Unutamadığın bir konser var mı?

Attila Özdemiroğlu ile Nardis'te izlediğimiz Dino Saluzzi konseri var.

2011'de İstanbul Caz Festivali kapsamında Harbiye Açıkhava'da izlediğim Lizz Wright konseri de unutamadıklarımdan. 

Patti Smith var bir de.

(One Love Festival 2012, santralistanbul)

Hayatta olan ya da olmayan, kimleri sahnede canlı izlemek isterdin?

2 sene önce tek bir günle kaçırdığım ve hala şansım olduğunu düşündüğüm Aretha Franklin'i çok izlemek isterim. Büyük bir hikayenin son anlatıcısı gibi geliyor bana. Bette Midler da öyle, Arif Mardin'in belgeseli var biliyorsun.

Nat King Cole ve Ella Fitzgerald'ın bir performansı var: "It's all right with me". Youtube'da her açtığımda "o gün orada olmayı çok isterdim" dediğim bir performans. Muazzam bir şölen.


Bir Frank Sinatra izlemek de çok isterdim.

Kerim Çaplı'yı izlemeyi isterdim.

Türkiye'de Kemancı'nın aktif olduğu dönemde olmayı çok isterdim.

Bir türlü denk getiremeyip tek kahrolduğum konu ise hala Fazıl Say konseri izlememiş olmamdır. İnanılmaz büyük hayranıyım, Genco Erkal'la yaptığı performans Nazım Hikmet Oratoryosu'nu izleyen herkes bu hayatta çok şanslıdır bence. 

Yerli müzisyenlerden kimse var mı son zamanlarda çok dinlediğin?

Yasemin Mori'yi çok severim. Onun o gotik tavrı çok hoşuma gidiyor, Umay Umay'ın şiirleri gibi. Ya da Cem Adrian'ın başka bir yüzü gibi. Ya da Büyük Ev Ablukada'nın çok basit bir hikayeyi harkulade bir müzikle yansıtması gibi. 

Büyük bir Cingi hayranıyım zaten.

Bir de Güler Özince'yi çok seviyorum. O bana Feist gibi geliyor. Başka birinin üzerinden benzetmek pek hoşuma gitmese de, hiç dinlemeyenler için fikir verebilecek bir şey olduğu içn söylüyorum bunu.


Jehan Barbur'u çok seviyorum. 

Flört dinlemeye başladım son zamanlarda. 

Dilhan Şeşen'e bayılıyorum.

Tabii ki Elif Çağlar Muslu'yu yakından takip ediyorum. 

Radyo dinler misin?

Radyo Slow Time ve Açık Radyo dinliyorum. 

Önümüzdeki günlerde gitmeyi planladığın bir konser var mı?

15 Kasım'da David Helfgott'un konseri var Zorlu PSM'de. Belgeselinde duyduğum harika bir sözü var: "Müzik %99 çile %1 ilhamdır" diyor Olağanüstü bir yetenek, kaçırmamak gerek. 

Peki son gittiğin konser hangisi?

Londra Ronnie Scott's Jazz Club'da George Benson konseri izledim en son. Ondan önce de Gunhild Carling'e gitmiştim.

90'ların modasıyla boşluk doldurma var şimdi..

   - Müziksiz bir dünyanın hayat damarlarından biri kopmuş olurdu.
   - Bir grup kursaydım adı Giriş Katın Bir Altı olurdu.
   - Piyano çalmak isterdim.
   - Bazen yemek yaparken kendimi şarkı söylerken bulurum.
   - Keyiflenmek için kadın caz vokaller dinlerim.
   - İyi müziğin yanında beyaz şarap iyi gider.

Son olarak, yakın zamandaki planların neler?

Önümüzdeki hafta bir sinema filmine başlıyoruz. 2018 yılı için bir dizi projesi olacak. Güler'le (Özince) bir şarkı kaydedeceğiz, en yakın planda o var şu anda. Doğan Kitap'la anlaştık. Mart ayında bir de öykü kitabım çıkacak.

Çok teşekkürler!


Yorumlar