(click here for English)
İngiliz şarkıcı/söz yazarı ve multi-enstrümentalist Jacob Allen a.k.a Puma Blue, Türkiye'deki ilk konserini vermek üzere Garanti BBVA konserleri kapsamında 29 Mayıs'ta Blind sahnesinde olacak.
Yatak odası kayıtlarından oluşan şarkılarını SoundCloud'da paylaşarak müzik yolculuğuna başlayan Allen, dinamik ve duygusal sesi, cesur lo-fi sound'u ve müziğindeki R&B, caz ve hip hop etkileriyle önümüzdeki yıllarda adından daha sık söz ettireceğe benziyor.
Geçtiğimiz Eylül ayında Holy Waters adını verdiği son albümünü yayımlayan sanatçı ile Amerika'ya taşınma hikayesini, müzikal evrimini, ilk İstanbul konserini ve çok daha fazlasını konuştuk.
Selam Jacob, nasılsın? Bugünlerde nelerle meşgulsün?
Selam, iyiyim teşekkür ederim. Umarım siz de iyisinizdir. Çarkı döndürmekle meşgulüm sanırım, bazen çok hızlı bazen de çok yavaş.
İngiltere'den Atlanta'ya taşınma fikri nasıl oluştu?
Partnerimle 2020 pandemisi sırasında Londra'da yaşıyorduk, o yüksek lisans yapıyordu ve ben de ilk albümüm 'In Praise Of Shadows' üzerinde çalışıyordum. Yılın sonuna doğru, öğrenci vizesinin süresi doldu ve yenilemenin bir yolu yoktu çünkü dünya aşağı yukarı kapalıydı. Bu yüzden Atlanta'ya geri dönmesiyle alakalı bir artı ve eksiler listesi yaptık ve birlikte kalalım istedik, bu yüzden onunla taşınmak kolay bir karardı. Atlanta'yı seviyorum ve daha önce uzun mesafe ilişkisi yürüttüğümüz zamanlarda onu mümkün olduğunca çok ziyaret ediyordum. En zor kısmı aileme söylemek ve arkadaşlarımdan uzaklaşmaktı. Ama hava ulaşımının tekrar açıldığı bu günlerde, Noel ve iş beni o kadar sık eve götürüyor ki, bu asla bir acıya dönüşmüyor. Sadece bazen küçük bir sızı.
Bir keresinde "Ev fiziksel bir yer değildir. Ev, yanınızda götürebileceğiniz güçlü bir benlik duygusu oluşturmaktır." demiştin, Atlanta'da bu benlik duygusunu oluşturabildin mi?
Sanırım demek istediğim, kimsenin buna ihtiyacı olmadığı. Bu benlik duygusu zaten tesis edilmiş olmalıdır. Ev de bunun içinde yer alır. Tıpkı aşık olduğunuzda olduğu gibi. Elbette aşık olduğunuz kişi içinizde inanılmaz duygular uyandırır ama bu duygular sizsinizdir, sizin dışınızdan gelmezler. Burada bulunduğum süre içinde kim olduğuma dair duygularım elbette büyüdü ve gelişti, ancak taşınma sürecine evimi yanımda götüreceğimi bilerek girdim, geride bırakarak değil.
29 Mayıs'ta ilk konserin için İstanbul'da olacaksın, ne hissediyorsun?
Türkiye'de sahne alacağım için çok heyecanlıyım. Ziyaretçi olarak bile hiç orada bulunmadım. Yaptığım bu işin en özel yanlarından biri de sizi bir yerlere götürmesi. Yirmili yaşlarımın başında kendimi Millennium Falcon ile Tatooine'deki çiftlikten kaçan Luke Skywalker gibi hissediyordum. Hâlâ öyle hissediyorum.
Muhtemelen buradaki hayranlarının çoğu seni ilk kez sahnede görecek. Bizi nasıl bir konser bekliyor?
Birlikte canlı çaldığımızda müzik daha az sabit bir form alıyor. Kayıt ederken de bir kırılganlık hep var, ancak seyirci önündeyken daha elle tutulur bir şey olduğunu hissediyorum. Gruptaki çocuklar ve benim aramda çok fazla doğaçlama var ve müzik bizi daha büyük ve renkli yerlere götürüyor. Genellikle hayranlarımızın duymak istediğini düşündüğümüz şarkılar ile sadece bizim çalmak istediğimizi düşündüğümüz şarkıların bir karışımını çalıyoruz. Nihayetinde, bence odak noktamız hissetmek.
Türkiye'deki müzik sahnesi hakkında bir bilgin var mı?
Utanç verici ama bildiğimi söyleyemem. Muhtemelen Türk arkadaşlarımdan birinden tavsiye istememin tam zamanı.
Puma Blue adını nasıl seçtin?
Yirmi yaşıma bastığım sıralarda, Ed Sheeran tarzı şarkıcı/söz yazarı müzisyenlerin verdiği konserler için book edilmekten bıkmıştım. Bir takma isim bulmak, müziğimi başkaları için yeniden tanımlama, insanlara daha bir şey duymadan bir izlenim verme girişimiydi. En başa dönerek Leadbelly, Howlin' Wolf ve Muddy Waters gibi Delta Blues müzisyenlerini referans almak bana ilham verdi. Kendi efsanevi iki kelimelik ismim olsun istedim, hem geniş hem de belirgin bir şekilde yorumlanabilecek bir isim. İlk olarak aklıma 'Blue' geldi, aradığım şeyi en iyi tanımlayan ve içinde biraz da kendimden bir şeyler barındıran isim gibi görünüyordu. Ben bir su burcuyum ve aynada gördüğüm gözlerim mavi. Sonra da aklıma 'Puma' geldi, yan yana geleceği diğer kelimeye kontrast sağlamak için seçilmiş bir kelime. Eksik olan şey buydu. Denge getiren fiziksel unsur.
Ruby Bliels adı altında yürüttüğün diğer projen devam ediyor mu?
Her zaman Puma Blue'ya uygun olmayabilecek müzikler de yazıyorum. Ancak son zamanlarda bu dünyalar aslında sürecimin bir parçası olarak kesişmeye başladı. Şimdilik söyleyeceklerim bu kadar ama bir şey üzerinde çalışıyorum. Yakında ortaya çıkacak.
Peki müzikal yolculuğunun istediğin gibi gidip gitmediğini söyleyebilir misin?
Aslında bu noktaya gelmeyi hiç istememiştim. Ben her zaman bir davulcuydum, 7 yaşımdan beri hayatımda yapmak istediğim şey buydu. Gitar ve şarkı yazmak dikkatimi dağıttı ve hala da dağıtmaya devam ediyor.
Bugünlerde kimleri dinliyorsun?
Çok fazla ambient müzik, Basinski, Stars Of The Lid... çok fazla jungle ve dub müzik. Çoğunlukla klasik müzik. Dürüst olmak gerekirse bu biraz gereksiz bir terim, sanki tüm gitar müziğini 'rock' müzik olarak adlandırıyormuşum gibi. Ama şu anda Scriabin, Chopin, Brahms, Rachmaninoff, Ravel.
İlk ve son albüm arasında, sence müzikal anlayışın nasıl bir değişim gösterdi?
Sanırım ilk albümde müziğin gerçekten harika olması için bazı şeyleri kanıtlamaya çalışmakla çok meşguldüm. Önceki EP'lerde olduğu gibi -ama daha geniş anlamda- her şeyi kendim yapabileceğimi kanıtlamak istedim. Aynı zamanda, kendimi içinde bulduğum güvercin deliğine de tepki gösteriyor, daha fazlası olduğumu kanıtlamaya çalışıyordum.. Tüm bunlar çok dikkat dağıtıcıydı ve elimde olsa o albümün bazı kısımlarını baştan yapardım. İkinci albüm özgürdü, müzikten tekrar keyif alıyordum ve müziğin soyut yönlerine odaklanıyordum. Canlı grubun üyelerini sürecin belirli kısımlarına çok daha fazla dahil ettim ve her seferinde bir saat jam yaparak tüm saati kaydediyorduk. Ayrıca daha dürüst bir şekilde yazmaya ve etkilendiğim şeyleri eskisinden daha açık bir şekilde ifade etmeye hazırdım. Zaman içinde müziğin özüne daha da yaklaştığımı düşünüyorum. Çocukken benim için ne idiyse ona geri dönüyorum. Soyut ve sınırsız.
Kayıt sürecinde canlı grupla birlikte olmak nasıl bir deneyimdi?
Gerçekten güzel ama zor bir işti. Stüdyonun üst katında uyuyorduk, her sabah erkenden gelip geç saatlere kadar çalışıyorduk, sadece yemek yemek ya da 5 dakikalık yürüme mesafesindeki soğuk denizde yüzmek için mola veriyorduk. İlk kez bir laptop'da değil, bir stüdyoda albüm yapıyordum. Ses dosyalarını hala eve götürüyor ve dizüstü bilgisayarda üretiyordum ama bu kez taşıyıcı olan stüdyoydu. Grupla birlikte çalışmak benim için projenin olanaklarını genişletti, hep birlikte bir şey üzerinde çalışabildik ya da bazılarımız bir şey üzerinde çalışırken diğerlerimiz başka bir şey üzerinde çalışabildi veya çocuklar takılırken ben şarkı sözleri üzerinde biraz yalnız zaman geçirebildim. Bence süreci en çok zenginleştiren şey karşılıklı etkileşim ve kimya oldu.
Bir röportajında okumuştum. Son albümdeki duygusal şarkı Mirage aslında uzun zaman önce trafik kazasında kaybettiğiniz arkadaşınızı, bir tren istasyonunda gördüğünüzü zannederek, ona el sallamak isteyişinizi anlatan bir şiirden oluşuyor. Tüm şarkılarınız bu tür bireysel deneyimlere mi dayanıyor?
Şarkılarımın çoğu şiir olarak başlar ama aslında Mirage şarkı sözüydü. Gerisi doğru. Evet, sanırım... İçe dönük ve kişisel olarak kendimi ifade edeni bir yerden yazıyorum, hayali bir hikaye ile ortaya çıkmam nadirdir. Şarkılarım genellikle sadece kendimi ifade ediyor.
Kariyerindeki ilk büyük kırılma anını hatırlıyor musun? Bu sana ne hissettirmişti?
Hala Only Trying To Tell You'nun demo versiyonunu gerçek ismimle yayınladığım zamanı düşünüyorum. Şarkıyı aynı gün yazmış, kaydetmiş ve piyasaya sürmüştüm ki bu şu anda bile yapabileceğim bir şey değil. Hemen dikkatleri üzerine çekmeye başlamıştı ve gerçekten de ilk kez müzikte hayalini kurduğum başarıyı yakalayabileceğime inandım. Müzik dışındaki işlerimi bırakana kadar yıllar geçti ama bu da en az diğer şeyler kadar zihinsel bir kırılma anıydı.
Sahnede canlı konser vermenin en çok neyinden keyif alıyorsun?
Müziğin beni yüksekte hissettirmesi, tüm grubun aynı heyecanla titremesi ve müziğin belli bir uyumsuzluğa ya da akora ve ritme ulaşması, bazen sinirime dokunan eski bir şarkı sözünü söylediğim an, birinin duygusal bir tepki verdiğini veya gözlerini kapatarak şarkılara eşlik ettiğini ve bundan etkilendiğini görmem. Bildiğim en saf ifade şekli bu olur sanırım.
Müzik dışında tutkuyla bağlandığın bir şey var mı?
Filmleri çok severim. Onlar hakkında düşünmek ve onları izlemek, nasıl yapıldıklarını, gizli anlamlarını ve metaforlarını öğrenmek için çok zaman harcıyorum. Film yapmayı hayal ediyorum.
Yakın gelecek için planların nedir?
Bir Avurpa turnesi ve sonra dönüp bitirmem gereken bazı projeler var.
Çok teşekkürler, son olarak dinleyicilerine vermek istediğin bir mesaj var mı?
Teşekkür ederim, lütfen bana Türkçe müzik ve film önerileri gönderin.
Yorumlar
Yorum Gönder